ÇALIŞMA ALANLARIM
- Anasayfa
- ÇALIŞMA ALANLARIM
Depresif bozukluk hayattan keyif alamama, mutsuz ve değersiz hissetme, suçluluk duyguları, geleceğe ilişkin umutsuzluk, iştah ve kilo kaybı ya da alımı, dikkat ve konsantrasyon eksikliği gibi birçok belirti ile kendisini gösterir.Depresyon yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen temel sorunlardan birisidir. Müdahale edilmediği takdirde kronikleşebilir.
Panik atakların oluşma sebebi kişinin kontrolünü yitireceği korkusudur. Kişi bayılmaktan, rezil olmaktan, delirmekten, ölmekten şiddetle korkar. Bu korku/kaygı sonucunda beden de bir dizi istenmeyen belirti ortaya çıkar. Bu belirtiler arasında ellerin titremesi, terleme, kalp atışlarının hızlanması, nabzın artması, nefes alıp vermekte güçlük çekme, baş dönmesi, vücudu ateş basması…vb. belirtiler sayılabilir. Bu belirtilere eşlik eden olumsuz düşünceler ise çoğu zaman kişinin bayılacağını, delireceğini veya öleceğini sanmasıdır. Böyle bedensel duyumlar hisseden ve olumsuz düşünen kişinin kaygısı da gittikçe artar. İlk on dakika boyunca hızla artan kaygı, panik atak, on dakikadan sonra yavaş yavaş azalmaya başlar. Panik bozukluk ilaç tedavisi ve psikoterapiye en hızla yanıt veren psikolojik sıkıntılardandır. Panik bozukluğa bağlı panik ataklar yaşayan kişilerin gecikmeden medikal destek ve psikoterapi almaları önerilmektedir.
Öfke kontrol sorunu birçok psikolojik ve psikiyatrik soruna eşlik edebilen bir durumdur. Öfke kontrolünde zorlanan kişiler çoğu zaman yaşadıkları duruma uygun olmayacak şiddette tepkiler verirler. Tepki şiddetindeki bu yükselme sebebiyle öfke kontrolünde zorlanan kişilerin çevreleriyle olan ilişkileri de yıpranır. Öfkesini kontrol etmekte zorlanan kişilere psikoterapötik süreçte öfke duygusunun ortaya çıktığı durumlarda daha işlevsel nasıl tepkiler verebilecekleri bir diğer deyişle öfkelerini daha sağlıklı yollarla nasıl ifade edebilecekleri ve öfkeleriyle nasıl baş edebilecekleri, öfkelerinin ardında yatan ihtiyaçların neler olduğuna ilişkin farkındalıklarının arttırılması gibi konularda yardımcı olunmaktadır.
Evli çiftler arasında yaşanan problemlerin birçok farklı sebebi olabilmektedir. Bunların başlıcaları arasında çiftin birbirlerinin aileleriyle olan ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşanması, çiftlerin sorunları açıkça konuşmak yerine suçlayıcı, yargılayıcı, eleştirel bir iletişim dilini benimsemeleri, çocuk yetiştirme tutumları arasındaki farklılıklar, ekonomik zorluklar, aldatma, yalan söyleme, kumar, içki bağımlılığı gibi sebepler yer almaktadır. Evlilik yaşantısı içindeki sorunların çözümlenemediği durumlarda evlilik bağının aşındığı, yıprandığı, kimi zaman koptuğu ya da kopamadığı durumlarda ise çatışmalı, tatminsiz, mutsuz bir hale geldiği görülmektedir. Psikoterapi sürecinde doğru iletişim yöntemlerini ve ilişki kurma şeklini öğrenerek evlilik sorunları çözümlenebilmektedir.
Mobbing, özellikle son yıllarda fazla duyulmaya başlanmasına rağmen aslında uzun yıllardır kişilere ve iş performanslarına zarar veren bir davranış şekli. Mobbingi, Türkçe içerisinde ‘yıldırma’ olarak tanımlayabiliriz. İş ortamında çeşitli kademelerde, çalışan kişilerin uğradıkları mobbingi uygulayanın bu davranışının altında birçok psikolojik sebep olabilir. Ancak bu noktada önemli olan, mobbinge maruz kalan kişinin kendisiyle ilgili daha donanımlı, psikolojik açıdan daha güçlü bir ruhsal yapı oluşturacak adımı atması ve kendisini bu davranışlardan korumayı öğrenmesi gerekir. Kişi psikolojik anlamda profesyonel destek alıp süreci kendisi açısından doğru yönetirse, mobbing ihtimalini azaltıp daha mutlu bir iş ortamını kendisine hazırlayacaktır. Bu sayede, aynı zamanda kendisiyle ilgili başka farkındalıklar yakalama şansınıda bulacaktır.
İlişki problemleri flört ve/veya evlilik yaşantısı içindeki kişiler arasında, arkadaşlık ilişkisi içindeki kişiler arasında, işveren çalışan arasında çıkan tüm sorunları içerir. İnsan sosyal bir varlıktır ve bir çevreye aittir. Kendi yaşam alanı içerisinde kişinin diğerleriyle nasıl ilişki kurduğuna, kendisini ne kadar ifade edebildiğine, kendisine ve karşısındakine ne kadar güvenebildiğine, ne kadar samimi bir şekilde kendisini açabildiğine bağlı olarak ilişkilerinde sorunlar yaşama olasılığı belirlenecektir. Psikoterapi sürecinde ikili ilişkilerinde sorun yaşayan bireylere yönelik farkındalık arttırıcı çalışmalarla kişilerin ilişki kurma ve sürdürme becerileri desteklenmektedir.
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), takıntılı bazı düşüncelerin (örneğin “ocağın altını açık mı bıraktım?”) zorlanımlı bazı davranışlara(örneğin ocağın altını açık bırakıp bırakmadığını defalarca kontrol etmek gibi) yol açtığı psikiyatrik bir durumdur. OKB’li bir birey takıntılı düşüncelerinin mantıksız olduğunu bilir ama düşüncelerini de onlar nedeniyle ortaya çıkan davranışlarını da yapmadan duramaz. Elinde olmadığını düşünür. OKB ilaç tedavisi ve buna ek olarak uygulanacak psikoterapi teknikleri kullanılmadan çözümlenmesi çok da mümkün olmayan bir durumdur. Tedavi edilmediğinde ise kronikleşme hali gösterir.
Fobiler, kişinin belli durumlara maruz kalma düşüncesine karşı geliştirdikleri gerçekle uyuşmayacak ölçüde korkulardır. Örümcek, kedi fobisi, asansöre, uçağa binme fobisi, karanlıkta fobisi bunlara örnek olarak verilebilir. Kişi örneğin örümceği bir kafes içinde olsa bile görmekten şiddetle korkabilir.
Çiftlerin birlikte gerçekleştirmek istedikleri birçok hayalin sona ermeye başladığı zamandır boşanma süreci. Ve boşanma sonrasında çiftin her ikisinin de boşanmayı çok istediği bir durum dahi olsa yine de kayıp duygusu yaşarlar. Boşanma süreci çoğu zaman oldukça gerilimlidir. Çiftlerin evlilik yaşantısı içinde göz yummaya çalıştıkları ilişkilerindeki aksaklıkların çoğu zaman suçlamaya dönüştüğü zamanlardır boşanma süreci. Mal paylaşımı, varsa çocukların velayetinin paylaşımı ve nafakanın belirlenmesi, yeni ev tutup onu oturulabşlşr hale getirmek için yapılan harcamalar gibi ekonomik zorluklar,ailelerin, çevrelerinin tepkileri gibi bir çok alanda mücadele yürütür boşanmak üzere olan çift. Boşandıktan sonra da kayıp duygusunun yol açtığı yas süreci ile mücadele etmek zorunda kalırlar. Boşanma sürecinin en az doğru şekilde yönetilebilmesi ve yas sürecinin sağlıklı bir şekilde yaşanıp sonlandırılabilmesi için psikoterapötik destek almak çok gerekli ve önemlidir.
Çocuk sahibi olmak birçok çift için yaşamdaki en güzel olaylardan birisidir. Ebeveyn olmak güzel bir yaşam olayı olmakla birlikte çiftin birlikteliğinin içerisine bir de çocuk katıldığı zaman artan görev ve sorumluluklar nedeniyle çiftler arasında çeşitli sorunlar yaşanabilmektedir. Çocuk yetiştirme tutumları arasındaki farklılıklar, çocukla ilgili sorumlulukları eşit bir şekilde üstlenmemek, anne ve baba dışındaki aile fertlerinin ebeveynlerin çocuk yetiştirme tutumuna müdahale etmeleri gibi birçok faktör nedeniyle çiftler çeşitli sorunlar yaşayabilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili yaşadıkları her gerginlik çocuklarını da kuşkusuz ki etkilemektedir. Toplum ruh sağlığını koruyabilmek için çocukların iyi yetiştirilmesi hayati öneme sahiptir. Bu sebeple çocuk sahibi olmaya bağlı olarak ortaya çıkan sorunların sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için psikolojik destek almak çok önemlidir.
İletişim kurarken yaşanan güçlüklerin kendini doğru ve uygun bir şekilde ifade etmede güçlük çekmeye bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İletişim veya kendini ifade güçlüğü yaşayan kişiler ihtiyaçlarını dile getirmekte ve başkalarından karşılamalarını talep etmekte oldukça zorlanırlar. Bu kişiler oldukça içe kapanık, sessiz, sakin, utangaç görünümde olabilirler. Bir diğer kendini ifade güçlüğü ise istek ve ihtiyaçlarında aşırı ısrarcı ve talepkar davranma eğiliminde olan kişilerin yaşadığı durumdur. Bu kişiler ise herhangi bir ihtiyaçları belirdiğinde hemen karşılanmasını ister ve beklerler. İhtiyaçları anında karşılanmazsa öfkelenerek taleplerini kaba, kırıcı bir şekilde ortaya koyarlar. Kişi ister çekingen, isterse agresif bir şekilde davransın her iki durumda karşısındaki kişilerle iletişimi ve ilişkiyi bozar, istek ve ihtiyaçlarının karşılanmamasıyla sonuçlanır. Doğru iletişim kurabilmek herhangi bir işte başarılı ve genel olarak da mutlu olmak için bir ön koşul gibidir. Kişiler kendilerini ifade güçlüğü yaşıyorlarsa iletişim becerilerini güçlendirmek ve kendini doğru ve etkin bir şekilde ifade edebilmek için psikoterapi almaları gerekli ve önemlidir.
Çocuklarda uyum problemleri, çocukların değişen yaşam koşullarına, ortamlara uyum sağlamakta zorlanması sonucu oluşan sorunlardır. Her çocuğun kişiliği farklı olduğu gibi değişimlere gösterdiği uyum süreci de birbirinden farklıdır. Bazı çocuklar değişime çok hızlı bir şekilde adapte olurken, bazı çocuk ise alışmak ve uyum sağlamak konusunda ciddi problemler yaşarlar.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu(DEHB), çocuklarda aşırı hareketlilik, dikkatin çabuk dağılması, dürtüsel davranışlar şeklinde görülen psikolojik bir rahatsızlıktır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tedavi edilmediği taktirde yetişkin dönemlerinde kişilerin iş hayatında, sosyal çevresinde, psikolojik durumunda olumsuzluklara sebep olabilecek bir rahatsızlıktır.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu( DEHB) Belirtileri
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu( DEHB), Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayınladığı kriterlerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite-dürtüsellik belirtileri aşağıdaki gibirdir. Dikkat eksikliği belirtileri;
- Bir konuya dikkatini vermekte ve korumada zorlanma
- Söylenenleri dinlemekte zorlanma
- Koordinasyon problemi
- Yoğun bir düşünme ve dikkat gerektiren işleri yapmak istememe ve yapmaktan kaçınma
- Detaylara dikkat etmeme ve bu neden dolayısıyla devamlı olarak hata yapma
- Kişisel eşyalarını sürekli olarak kaybetme
- Yapacakları işleri unutma
- Komutları dinleme ve izlemede yaşanan zorluklar
Hiperaktivite-dürtüsellik belirtileri;
- Aşırı hareketlilik, eller ve ayakların sürekli hareket etmesi, durduğu yerde duramama
- Uzun süreler aynı yerde oturamam
- Aşırı derecelerde ki konuşkanlık
- Sessizce bir şeylerle ilgilenmede yaşanan sıkıntılar
- Hazır cevaplılık, karşısındaki kişinin sözünü kesme
- Bekleme konusunda başarısızlık
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısının konulabilmesi için yukarıdaki belirtilerden çocuklarda 6 ya da daha fazla belirtinin, 17 yaşından büyük bireylerde ise en az 5 tanesinin görülmesi gerekmektedir. Belirtiler yaşa bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Kişiler de bazı yaş aralıklarında hiperaktivite- dürtüsellik baskın şekilde görülürken, bazı yaş aralıklarında dikkat eksikliği daha sık görülür.
Çocuk- ebeveyn çatışmaları, çocuğun davranışları konusunda ebeveynlerin ve çocuğun karşı karşıya gelmesiyle meydana gelir. Bu karşı karşıya gelmeler sonucunda ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkide sorunlar ortaya çıkabilir, anne-baba-çocuk arasındaki iletişim zedelenebilir.
Çocuk- Ebeveyn Çatışmaları Sebepleri
Çocuk- ebeveyn çatışmaları, çocukların ebeveynlerine karşı sergilediği davranışlar veya ebeveynlerin çocukları ile iletişime geçerken tercih ettiği yöntemler sebebiyle ortaya çıkabilir. Çocuk-ebeveyn çatışmalarının sebeplerinden bazıları şunlardır;
- Çocuğun ebeveynlerin koyduğu kurallara uymak istememesi
- Ebeveynler ve çocuk arasında iletişim sorunlarının olması (Örneğin; her iki tarafında sürekli “sen” dili ile konuşması ve iletişime geçerken genel olarak suçlayıcı ifadeler kullanması)
- Ebeveynlerin çocuklarından beklentilerinin yüksek olması
- Ailede birden fazla çocuk var ise çocuklar arasında dengenin kurulamaması, çocukların birbirlerini kıskanmaları
- Çocuğun teknolojik aletlerle çok fazla zaman geçirmek istemesi
Sosyal fobi kişinin rezil olma korkusu nedeniyle topluluk içinde konuşma, yemek yeme, soru sorma, sunum yapma gibi bir veya birkaç alanda yaşadığı performans kaygısına verilen isimdir. Kişi performansını, bilgi ve becerisini göstermesi gereken zamanlarda oldukça şiddetli bir kaygı yaşar. Hatta bu kaygı hali panik atak yaşanmasına bile neden olabilir. Sosyal fobi durumu kişinin kaygısının artmasına neden olduğu için kişi bildiği şeyleri bile yapmakta zorlanır ve bu sebeple oldukça zor durumlarda kalabilir.
Kaygı (Anksiyete) Bozukluğu kişilerde“sürekli, duruma uygun olmayan ve sürekli bir endişe durumu” söz konusudur. Aşırı hissedilen endişe, kişilerin günlük hayatına olumsuz yönde etki eder ve hatta olağan yaşam etkinliklerini devam ettirmelerini engeller. Kaygı (anksiyete) bozukluğu olan kişiler, olabilecek en kötü sonucu düşünürler, her şey kendi denetimlerinin dışında gibidir,. Endişe ve kaygı daha çok sağlık, aile, para ya da iş gibi konularla ilgilidir. Kaygı aslında hayatın akışında normal bir duygudur, işleyişin bir nevi yakıtıdır ancak burada bahsettiğimiz durum kaygının yoğunluğu ve devamlılığı ile ilgilidir.
Yakın çevresinde ‘evhamlı’ olarak tanımlanan kişiler çoğu zaman endişelerinin aşırı olduğunun farkındadır. Ancak denetlenemeyen bir durumla karşı karşıyadırlar.
Çocukluk dönemi ve genç yetişkinlik dönemi arasında başlayan kaygı sorunları yavaş ve sinsi bir gelişim gösterir. Belirtileri dönem dönem iyileşmeler ve artmalar gösterir. Stresli yaşam olayları olduğunda belirtiler çoğunlukla artar. Problemin oluşmasında ailesel faktörler yaygın olduğu gibi çeşitli stres kaynakları veya kalıtımsal sebeplerde vardır. Kaygı (anksiyete) sorunlarında profesyonel psikolojik destek almak oldukça faydalıdır ve gereklidir. Kişinin sosyal, aile ve iş yaşamını etkileyen bu durum ebeveyn olan kişilerin çocuk yetiştirme dinamikleri üzerindede önemli rol oynar. Kişinin psikolog desteği alması konusunda kararlı tutum sergilemesi önemlidir, kaygı sorunları çok çeşitli bedensel sorunlara da yol açabilir.
Dikkat problemleri söz konusu olduğunda, kişi yetişkin dahi olsa ‘Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’öncelikli olarak akla gelmektedir. Çocukluk çağında başlayan Dehb erişkin dönemde de devam edebilen bir sorundur. Kişinin değerlendirilmesi ve Moxo gibi testlerden destek alınması gerekir. Erişkin dikkat sorunlarında Dehb in yanı sıra başka etmenlerinde göz önünde bulundurulması gereklidir. Her dikkat problemi Dehb tanısı alamaz. Kişinin günlük yaşamsal sorunları, iş problemleri, ailevi yaşantısı, depresif duygu durumu gibi bir çok tetikleyici dönemsel olarak dikkat sorunlarına yol açabilir. Dikkat konusunda yaşadığı problemlerini fark eden veya dışarıdan farkedilen kişiler profesyonel psikolojik destek amacıyla psikoloğa başvurabilir. Dikkat dağınıklığının altında yatan kaynağı doğru tespit edip ortadan kaldırılmasına yönelik olarak çalışma yapılmalıdır.
Tükenmişlik sendromu, yüksek seviyede yıpranmışlık, enerjinin ciddi şekilde azalması ve kuşatılmışlık duygusuyla kişinin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak açıklanabilir. Özellikle iş hayatında, yoğun duygusal ve fiziksel taleplerle karşı karşıya kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umitsizlik duygularının, yapılan işe, hayata ve başka insanlara karşı negatif tutumlarla yansıması ile oluşan bir durumdur. Ancak genellikle iş yaşamıyla bağlantılı olsada özellikle ev hanımlarınında çoğu kez karşı karşıya kaldığı bir problemdir. Tükenmişlik sendromu, Dünya Sağlık Örgütü’nün de Uluslararası Hastalık Sınıflandırması listesine de alınmıştır. Bireyin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışan kişiler ve yoğun baskı altındaki bireylerde ortaya çıkan tükenmişlik sendromunda kişinin kendini bu koşullar altında çalışmaya zorlaması neticesinde bir andan sonra geriye gitme-çöküş başlar ve tükenmişlik sendromu kendisini iyice belli etmeye başlar.
Bedensel ve duygusal tükenmişlik hissi, karamsarlık, basit işleri bile yaparken zorlanmak, değersizlik hissi, azalan özgüven , yapılan işten soğuma, unutkanlık, uyku problemleri, bedensel ağrılar, sindirim sistemi problemleri, solunum problemleri gibi belirtilerle kendisini gösteren tükenmişlik sendromu özellikle son yıllarda dikkat çekmeye başlamıştır. Bunda medyatik kişilerin bu konuda yaşadığı sıkıntıların ortaya çıkmasıda ciddi şekilde etkili olmuştur. İstanbul gibi metropollerde, kent yaşamının insanı zorlayıcı unsurlarınında buna olumsuz yönde katkısı vardır. Tükenmişlik sendromu yaşayan bireyin, psikolog desteği alarak durumla baş edebilecek ve tükenmişlik sendromunu ortadan kaldıracak ruhsal duruma erişmesi gözlenmiştir.
Kayıp ve sonrasında yas,sevilen bir kişinin ölümü nedeniyle sonrasında oluşan doğal bir tepki sürecidir. Kaybı yaşayan kişiye ve ölen kişiyle olan ilişkisine, hatta ölüm biçimine göre farklılık gösterebilmektedir. Yas süreci çeşitli evrelerle birlikte ilerler. Bazen sevilen kişinin ölümü beklenmedik bir şekilde, örneğin bombalama, savaş, şiddet gibi üzücü olayların sonucunda gerçekleştiğinde veya kişi bunlara şahit olduğunda yas süreci çok daha karmaşık bir hal alabilir, yas belirtileri daha daha uzun sürebilir, şiddeti de daha yüksek olur. Bu sürecide travmatik yas olarak isimlendirebiliriz. Yas sürecinde bir çok bedensel ve duygusal, ruhsal, bilişsel, davranışsal tepkiler oluşabilir. Bu dönem içerisinde bir psikologdan profesyonel destek almak kişinin bu durumla baş edebilmesi açısından büyük önem taşır.
Kişinin yaşamının herhangi bir döneminde travmatik bir yaşantıyla maruz kalması sonrasında, o yaşantı sonlansa bile etkilerinin devam etmesi durumudur. Travmadan sonra aşırı stres ve kaygı deneyimi devam edebilir. Olay tekrar yaşanıyor gibi hissedilebilir, uyumak, konsantre olmak, rahatlamak pek mümkün olmayabilir, hatta etrafındaki kişilere yabancılaşma şeklinde ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda travma sonrası stres bozukluğundan bahsetmek mümkündür. Toplumsal olaylar, kazalar, şiddet, taciz, terör, doğal afetler ve bir çok yaşantı travma olarak duyumsanabilir. Aynı travmatik yaşantılar kişiden kişiye değişir şekilde etkiler yaratabilir. Travma sonrası stres bozukluğu sebebiyle sorunlar yaşayan kişiler bir psikologdan destek alarak fayda sağlayabilirler.
Kişiyi yüksek derecede korkutan, çaresizlik hissi veren , çoğu kez olağandışı ve beklenmeyen olayların sebep olduğu etkilere travma denilebilir. İnsan yaşamı boyunca sıkıntı ve üzüntü yaratan pek çok şey yaşar, ancak bunların tümü ruhsal travmaya sebebiyet vermez.
- Doğal afetler (deprem, sel, yangın)
- İnsan eliyle gerçekleştirilen travmalar (savaş, işkence, tecavüz)
- Çeşitli kazalar (trafik,iş,ev)
- Ani ölümler
- Ciddi-ölümcül hastalıklara yakalanma
gibi olaylar travmatik yaşantılara sebebiyet verebilir. Travmalardan sonra stres bozukluğu ve depresyon gibi diğer problemler ortaya çıkabilir. Travmatik yaşantılarla ilgili olarak bir psikologdan profesyonel destek almak önemli derecede fayda sağlar.
Kişinin dışarıya karşı gösterdiği nezaketi kendisine karşı da gösterebilmesidir Özşefkat. Nazik bir tutumla kendimize yaklaşmaktır. Birçok kişide gerek erken yaşantılar, gerek ilişkiler ile zedelenen özşefkat, kişinin kendisini acımasızca eleştirmesine, yargılamasına sebep olur.
Özgüven problemleri, kişinin kendisini yetersiz görmesi, bir işi yapacağına olan inancının eksik olması, kendisiyle barışık olmaması ile ilgili yaşadığı sorunlardır. Özgüven, hayatın ilke yıllarında ailemiz ve çevremizle kurduğumuz iyi ilişkileri sonucunda oluşur ve ileri ki yıllarda da gelişmeye devam eder. Özgüveni yüksek birey, kendisiyle barışıktır, kendini sever, hayatta yapabileceği şeylerin farkındadır ve farkındalığını hareketleriyle destekler. Özgüveni yüksek bireyin, benlik saygısı yüksek olduğu için çevresiyle olan ilişkileri de düzeyli ve iyidir.
Özgüven problemi, bireylerin yabancı bir ortamda kendilerini rahatlıkla ifade edememelerine, kalabalık önünde konuşmaktan çekinmelerine sebep olur. Özgüveni düşük kişiler bu sebeple tanımadıkları bir ortama gitmek istemezler. Özgüveni eksik kişiler ikili ilişkilerinde de hep alttan alan taraftır. Kendilerini haksız olan taraf olarak görürler. Partnerlerini kendilerinden daha üstün görmeye meyillidirler
Sınav kaygısı, pek çok öğrenci tarafından yaşanan, öğrencilerin sınavlarına yeteri kadar hazırlanamamalarına, öğrendikleri bilgileri etkili bir şekilde kullanamamalarına, başarılarının düşmesine neden olan bir durumdur. Sınava hazırlanırken veya sınav esnasında hissedilen normal düzeydeki kaygı aslında bizim daha fazla odaklanmamıza ve sınavlarda başarı sağlamamıza yardımcı olur. Ancak hissedilen bu kaygı başarılı olmanızı engelleyebilecek kadar şok yaşanıyorsa koyduğunuz hedeflere ulaşmanız yolunda problemlere yok açabilir.
Ergenlikte kimlik arayışı, doğal bir süreçtir. Ergenlik 11-12 yaşlarında başlar ve 20’li yaşlara kadar devam eder. Bu dönem çocukların kendilerini bulmaya çalıştıklarını, kim olduklarını, ne yapmak istediklerini, sevdikleri şeylerin ne olduğunu, hangi mesleği seçmek istediklerini, arkadaşlarıyla ve aileleriyle nasıl iletişim kuracaklarını anlamaya çalıştıkları dönemdir. Çocuklar bu dönemde “ben kimim?” sorusunu sıklıkla kendilerine sorarlar ve bir cevap bulmaya çalışırlar.
Bu süreç kimlik arayışı süreci ergenliğe girmiş her çocuk için doğal ve normal bir süreçtir. Bu dönem çocukluktan kopuş dönemidir. Ergenliğe adım atan gençler çocukluk dönemlerinden farklı ve asabi davranışlarda bulunabilirler. Farklı giyim tarzları , saç modelleri denerler, bir çok farklı müzik türüne ilgi duymaya başlarlar, arkadaş ortamları farklılaşır. Bu da çoğu zaman ailelerin endişelenmesine sebep olur. Ancak belirtmek gerekir ki bu oldukça normal bir süreçtir. Ergenlik süreci değişim sürecidir. Bu dönemde asıl endişelenilmesi gereken çocuğun hiçbir şekilde değişmemesi ve hiçbir çaba göstermemesidir.
Ergenlikte kimlik arayışı, çocuğun kafasında pek çok soru işareti olduğu dönemdir. Sürekli olarak kendilerine “nasıl biri olmak istiyorum?”, “hangi mesleği seçmek istiyorum?”, “kız/erkek ilişkilerinde nasıl davranmalıyım?” , “aileme karşı nasıl davranmalıyım?” gibi sorular sorarlar.
Çocuklarda sosyal fobi, okul öncesi dönemde başlayan ve tedavi edilmediği taktirde yetişkinlik dönemlerinde de devam eden, çocukların kalabalık bir ortama girmekten, yabancı kişilerle konuşmaktan kaygı ve korku duymalarına sebep olan psikolojik bir rahatsızlıktır.
Sosyal fobisi olan çocuklar genellikle aile içerisinde konuşmakta, kendini ifade etmekte bir sıkıntı yaşamazken, arkadaş çevresinde konuşmaktan, oyunlara katılmaktan, okulda tahtaya kalkmaktan ve parmak kaldırmaktan son derece çekinirler.
Çocukluk çağı depresyonu, çocuklarda ve ergenlik dönemindeki gençlerde sıklıkla görülebilen, çocukların ve ergenlerin kendini mutsuz ve üzgün hissetmesi, sevilmeyen bir çocuk olduklarını düşündükleri ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır.
Depresyonu her ne kadar genellikle yetişkinlerin yaşadığı düşünülse de, depresyon çocuklarında yaşadığı bir rahatsızlıktır. Çocukluk çağı depresyonu, doğumdan 6 ay sonra orya çıkmakta ve ilerleyen yaşlarda giderek artış göstermektedir. Çocukluk depresyonu okul öncesi döneminde ki her yüz çocuktan birinde, ergenlik dönemindeki her yüz çocuktan 8’inde görülmektedir. Son yıllarda çocukluk çağı depresyonunda görülen artışların ardından, bu tip depresyonun ciddiyeti kavranmış ve psikoloji biliminin bir alanı olarak kabul görmeye başlanmıştır.
Çocukluk çağı depresyonu yaş gruplarına ayırıldığında daha düzgün bir şekilde inceleme imkanı ortaya çıkar. Bu sebeple bebeklik, oyun çocukluğu, okul çocukluğu, ergenlik şeklinde bir ayırım yapmak yerinde olacaktır.
Çocukluk çağı depresyonu, aileler tarafından sıklıkla “şımarıklık” olarak değerlendirilebilir. Bu yüzden ailelerin çocukluk çağı depresyonu konusunda bilgi sahibi olmaları ve çocuklarının davranışlarında anormal bir durum gördüklerinde dikkatle gözlemlemeleri gerekmektedir.
Çocuklarda anksiyete bozukluğu nedir bakmadan önce, anksiyete bozukluğunun ne demek olduğunu iyice kavramalıyız. Çoğu insan, işi, okulu, aile hayatı, sosyal çevresi, sağlık problemleri, maddi sıkıntılar sebebiyle kaygılar, korkular yaşarlar. Günlük hayatımızda hissettiğimiz kaygı ve korkular her insanın zaman zaman yaşadığı duygulardır. Bu kaygılar ve korkular zamanla giderek artıyor ve sürekli olarak yaşanıyorsa, günlük hayatta yapabildiğimiz pek çok şeyi yapamamamıza sebep oluyorsa bu durum anksiyete bozukluğu olarak adlandırılır. Çocuklar anksiyete bozukluğunun olmadığı düşünülse de çocuklarda bu rahatsızlığın görülme oranı %5-%18 arasındadır.
Çocuklarda anksiyete bozukluğu, çocukların duygusal, davranışsal ve fiziksel gelişimini etkileyen dikkat edilmesi gereken bir rahatsızlıktır. Anksiyete bozukluğu yaşayan çocukların okuldaki başarılarında düşüş ve sosyal çevrede uyumsuzluklar ortaya çıkabilir.
Çocuklarda saldırganlık, anne ve babaların şikayetçi olduğu ve nasıl davranacaklarını bilmedikleri bir sorundur. Her bireyin içerisinde saldırganlık duygusu vardır ancak gördüğü aile terbiyesinden, yetişme tarzından, toplum kurallarından ve kişiliklerinden dolayı bu duyguları en az seviyede tutar ve engel olurlar. Çocuklarda da saldırganlık davranışlarının engellenmesi küçük yaşlardan itibaren ailesinden göreceği davranışlar ve düzgün iletişim sayesinde olacaktır.
Okul fobisi, çocukların okulda huzursuz olması, okulla ilgili büyük korkularının olması ve okula gitmek istememesi durumudur. Çocukların okula gitmek istememesinin “fobi” olarak adlandırılabilmesi için çockların okula gitme konusunda fiziksel ve duygusal olarak aşırı tepki vermesi gerekmektedir. Okul fobisi olan çocuklar, okula gitme düşüncesi ile bir kaygı duyabilirler. Okul fobisin en sık görüldüğü yaş grupları 5-6 ve 11-12 yaş çocuklardır.
